Kariyer | Konular | Kitaplık | İletişim

New York’tan İstanbul’a bir sanat yolculuğu

Danilo Giannoni, iki yıl önce New York’ta tasarımcı olarak başarılı kariyerini bırakarak İstanbul’a yerleşmiş bir İtalyan sanatçı. Ebruya gönül veren Gionnoni kazandığı tüm parayı kimsesiz çocuklara bağışlıyor.

Çocuk ruhlu, mütevazi ama kendine güvenen bir sanatçı Danilo Giannoni... New York’ta 10 yıl boyunca yaptığı işten, mücevher tasarlamaktan ve ünlü insanlarla uğraşmaktan bıkıp işten ayrılmış ve kendini yollara vurmuş. İlk kez 2 yıl önce geldiği İstanbul’a aşık olup burada yaşamaya karar vermiş. Atölyesinde ebru, minyatür, heykel gibi birçok sanat dalıyla uğraşıyor. Sanat konusunda açık fikirli, yeni şeyler denemeyi çok seviyor, bilgisayar üzerine bile ebru ve minyatür yapmış. Ebru yapmayı öğrendiği dönemlerde ebru ustalarından fazla destek görmese de kendi kendine öğrenip harika işler çıkarmış. Hem İtalya’da hem Türkiye’de birçok projede yer alıyor. Tüm bu emeğin ve çabaların tek bir amacı var: İhtiyacı olan çocuklara yardım etmek...

Kendinizden bahseder misiniz? İstanbul’a yerleşmeden önceki hayatınız nasıldı?

1971’de İtalya’da doğdum. Orada sanat akademisine gittim. Sanat tarihi konusunda derin bilgiler veren, takı dizaynıyla ilgili bir okuldu. Okulu bitirdim ve üniversiteye başladım. Aynı zamanda yarım gün çalışıyordum. Çok işe yaradı çünkü okulda öğrendiklerimi materyaller üzerine uygulama şansı elde ettim. Üniversiteyi bitirdikten sonra mücevher tasarımına devam ettim, işimi çok seviyordum. 1-2 yıl kendimi geliştirmek için birçok firma değiştirdim. Ünlü markaların hemen hepsiyle çalıştım. Daha sonra yurt dışına yerleşmeye karar verdim ve New York’a taşındım. New York’a yerleşmemin nedeni, her zaman düşlediğim bir şehir olmasıydı. İlk yıllarda işime ve şehre aşıktım. Ancak bir süre sonra iş, hayatımın merkezi haline geldi, kendim için vakit ayıramaz hale geldim. Sonra bütün dünyayı dolaşıp işimi yapmaya başladım. Bu da bir süre sonra yorucu hale geldi ve bir yere yerleşmeye karar verdim.

Çok başarılı ve görkemli bir hayat yaşamama rağmen 3 yıl önce işi bıraktım. Önce biraz dünyayı dolaşıp daha sonra ne yapmak istediğime karar verecektim. Ama Türkiye’ye tatile geldiğimde buraya aşık oldum. Okulda yıllar boyunca okuduğum her şeyi burada buldum. Çünkü Bizans ve Osmanlı sanatı görmüştük. Antalya’dan aktarma için İstanbul’a geldiğimde uçağı kaçırdım ve 3-4 gün daha İstanbul’da kaldım. Etrafı gezdim, insanlarla tanıştım. En çok hoşuma giden şey o oldu. Yaşlı insanlar bile çocuk gibi, insanlar oturup sohbet etmeyi çok seviyorlar.

İtalyanlar da böyle mi?

Evet ama gittikçe Amerikanlaşmaya başlıyor. Eğer kültürünüzü kaybetmiyorsanız aslında problem değil. Amerika’da insanlar için tek önemli olan şey iş. İş dışına çıktıklarında yapacak hiçbir şeyleri yok. New York dışındakiler bile oradakiler gibi olmak istiyor.

Türkiye’ye yerleşmeye karar verdikten sonra ne yaptınız?

İlk yıl uzun bir tatildi. Bütün zamanımı etrafı dolaşıp insanlarla sohbet ederek geçirdim. Bu uzun tatilden çok zevk aldım. Sonra Türkiye Diyabet Vakfı’nda çalışan bir arkadaşım vardı, sosyal güvencesi olmayan 1000 çocuğa insülin dağıtmak için yeterli parayı toplayamamıştı. Ona yardım etmeye karar verdim. Bildiğim tek şey tasarımdı. O sıralarda ebruyla ilgileniyordum. Ebru ve dizaynı birleştirmeyi düşündüm. Taksim’de bir yer bulup kiraladım, ebru çalışmalarımı yapmak için. Bütün gün çalışıp ebruyla neler yapabileceğimi aradım. Sonra yaptığım ebruları bu işten anlayan insanlara göstermek istedim, çünkü herkes çok güzel olduğunu söylüyordu ama gerçekte nasıl olduğunu bilmiyordum. Herkes ebrularımı çok beğendi, ben de dedim ki “Ebruları satışa çıkaralım ve görelim insanlar alacak mı?” Conrad Otel’de diyabetik çocuklar yararına bir kokteyl düzenledik. 400 kişi geldi, çok başarılı bir geceydi. Ebruyla devam etmeye karar verdim. Sonra hem işte hem hayatımda partnerim olan Ayşin’le konuştum. O da sanatla içiçe biri... Sanatla ilgilenen herkesin geleceği bir yer açmaya karar verdik. İnsanlar gelsin, bir şeyler yapsın, bir çay içsin, sohbet edelim istedik. Şimdi epey gelişti, insanlar geliyor, kurslar düzenliyoruz. Hayal ettiğimizden daha büyük bir şey oldu.

Ebru yapmayı nasıl öğrendiniz?

Kendi kendime öğrendim. Yapan birini izledim sonra eve gidip kendim denemeye başladım. Kitaplarım var. Sanat konusunda yetenekliyim, dizayn benim için çok kolay. Sanat benim doğal yeteneğim. Sadece ebru yapmıyorum, heykel, resim gibi dallarla da ilgileniyorum.

Ebrularınızı gören ustalar neler söyledi?

Gerçekten beğendiler. Bir tanesi Fuat Başar. Dünyadaki geleneksel sanatta en iyilerden biri.

Çok fazla da yok sanırım.

Aslında var ama ebruda şöyle bir şey var; sanki geliştirilemezmiş, başkalarına öğretilemezmiş gibi düşünülüyor. Herkes ebrunun nasıl yapıldığı konusunda çok bencil. Geçenlerde çok garip bir şey başıma geldi. Geçen hafta, sanat fuarı düzenleyen büyük bir şirketle görüştüm. Ebru sergilemek istemediklerini çünkü ebrunun bir sanat değil dekoratif bir şey olduğunu söylediler. Ben bunu hakaret olarak kabul ediyorum. Bu cümleyi kuran bir insan sanat fuarı yöneticisi olamaz. Çünkü ebru çok eski ve önemli bir sanat. Bu ebru sanatı konseptinin genel bir sorunu. Bir sır olarak görüyorlar. Herkes Michalangelo’yu, Rafael’i tanır ama kimse Mustafa Düzgünman’ı tanımıyor. Sanırım biz burada ebruyu hem Türkiye’de hem dünyada tanıtıyoruz.

Peki takı tasarlamayı tamamen bıraktınız mı?

Evet, şimdiye kadar 1 milyondan fazla takı tasarımı yaptım, artık yapmıyorum. Önümüzdeki 3-4 yıl da büyük ihtimalle yapmayacağım, başka projelerim var şimdi.

Ne tür projeler yapıyorsunuz Ayn & Art’ta?

Burada özel derslerimiz oluyor. Önümüzdeki haftadan itibaren 150 ünlü kişi gelip ebru yapacak. Sabancı’dan, Koç’tan insanlar gelecek. Tohum Vakfı (Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı) Yönetim Kurulu Başkanı Mine Narin için bu organizasyonu yapıyoruz. Birçok kişiyi davet ettik; Sezen Aksu, Tarkan, bazı futbolcular... Onların yaptıkları ebrular Kasım’da yapacağımız açık artırmada satılacak bu vakıf yararına. Böylece hem ebruyu popüler hale getirmek istiyoruz hem de böyle bir vakıf yararına kullanmak istiyoruz.

İtalya’da da bu tür çalışmalar yapıyor musunuz?

Şimdi İtalya’da bir halkla ilişkiler firmasıyla çalışıyoruz. Çocukluğumda 6 yılımı geçirdiğim bir hastaneyle kontak kurmaya çalışıyorlar. Şimdi o hastane için organizasyon yapmak istiyoruz. Bu, önümüzdeki yıl yapacağımız çalışmalardan biri.

Ebru dışında bu atölyede ne gibi çalışmalar yapılıyor?

Çok ünlü bir sanatçıyla çalışıyorum, Taner Alakuş. Dünyanın ve Türkiye’nin en ünlü minyatürcülerinden biri. Onunla beraber şimdiye kadar ebru ve minyatür yapma hakkında bildiklerimizi temizlemeye çalışıyoruz. Profesyonel bir kitap üzerinde çalışıyoruz. Kitabın bir tarafında ebru diğer tarafında minyatür olacak ama tam ortasında 3. bir kitap ortaya çıkacak. Burada da ebru ve minyatürün bir arada olduğu bir konsept yer alacak.

Onun dışında normal ve engelli çocuklarla çalışıyoruz, onlara rengi ve sanatı anlatmaya çalışıyoruz. Çocuklar kendilerini multimedya yoluyla ifade ediyorlar. Televizyonla ilişkileri, okuldan ve aileyle olan ilişkilerinden daha sıkı. Bütün gün televizyon onlara bebek bakıcılığı yapıyor. Akşam 7’de eve geliyoruz, çocuklar 9’da uyuyor. Onun için Cumartesileri ailelerle çocukların beraber bir şeyler yapmalarını, çocukların kendilerini ifade etmelerini sağlıyoruz.

Çocukları çok seviyorsunuz galiba.

Evet, onlarla çalışmak benim için çok kolay. Ben de hala çocuğum. Çocuklarla çalışmayı çok seviyorum. Burada yaptığımız her şey onlar için. Her organizasyon onların yararına. Kar yapmıyoruz, atölyenin harcamalarını çıkardıktan sonra her şey çocuklar yararına kullanılıyor.

Başka sanatçılarla işbirliği yapıyor musunuz?

Hayır işbirliği yapmak istemiyorum. Çünkü ben tanınan biriyim. Her yıl dergilere televizyonlara çıkıyorum. Benimle bir şey yapsalar bile gazetelere çıkan ben oluyorum. Onun için benim pozisyonumdan daha az önemli olduklarını zannediyorlar ama bu doğru değil. O nedenle onlara iş vermeyi, yaptıkları işin karşılığını ödemeyi ve onu satmayı tercih ediyorum. Çok şükür varlıklı biriyim. Zaman ve sonuç paradan daha önemli. Önemli olan şey güzel bir sanat eserinin önemli birinin evinde ya da ofisinde yer alması ve kazanılan paranın bir hayır işi için kullanılması. Eminim para daha sonra gelecektir.

Gelecek için planlar neler?

Dediğim gibi Tohum Vakfı için Mine Narin’le hazırladığımız bir projemiz var. Mart’ta da bir sergimiz olacak, ebruda yeni bir çizgi tanıtacağız. Ebruda yeni bir çizgi dediğimde, hiçbir yerde daha önce görmediğiniz bir ebru çizgisinden bahsediyorum. Tamamen sıradışı olacak. Çok büyük bir organizasyon olacak, sadece Türkiye’den değil Avrupa’dan da bin 500’den fazla kişi davet etmeyi planlıyoruz. Ayrıca İtalya’da bir organizasyonumuz var. Sanatla insanlara nasıl yardımcı olabileceğimizi göstereceğiz. Packard Bell’le çalışıyorum, Avrupa’da en çok satan bilgisayar markası. Dünya üzerinde kullanılacak reklam kampanyasında ebru kullanıyoruz. Bilgisayarlarda yani monitör, klavye ve kasa üzerinde ebru ve minyatür kullandık. Bunları sadece sergilemek için yapmıştık ama bazı insanlar satın almak istediler. Ayrıca Aralık’ta çocuklar için ebrudan yapılmış bir yılbaşı ağacı sergileyeceğiz. Nazar boncuğu gibi geleneksel Türk dekorasyon malzemelerini süslemek için kullanacağız. İtalyan sanatçılarla Türk sanatçılar beraber çalışacaklar.

Sanat konusunda açık fikirli misiniz?

Hayatım boyunca öyleydim. Takı tasarlarken sadece dizayn yapmazsınız, elementleri biraraya getirecek yollar bulmalısınız. Farklı renkler, farklı elementler kullanmalısınız.

Ünlülerle çalıştınız mı?

10 yıl boyunca onlarla çalışmaktan bıktım. Dünyadaki en iyi mücevher şirketlerinden biriyle çalıyorsanız müşteriler genelde ünlü kişiler oluyor. Onlarla çalışmak gerçekten çok zor. Turuncu yaparsınız, sarı isterler; sarı yaparsınız turuncu isterler.

En kötüsü kimdi?

New York jet sosyetesinden yaşlı bir kadın vardı. 90 yaşınlarındaydı ve genç erkeklerle dolaşıyordu. Ne zaman yeni erkek arkadaşı olsa bir mücevher almak isterdi. Beni sabah 10’da arayıp “Bu akşam bir parti veriyorum bana yeni şeyler getir” derdi. Suudi Arabistan, Arap Emirlikleri ve Bahreyn’den prestijli müşterilerimiz vardı. Onlar bazen sabah arayıp bir sonraki gece için sipariş verirlerdi ve yapmak zorundaydık.

Hep İstanbul’da mi yaşayacaksınız?

Umarım. Cihangir’de bütün şehri gören bir evim var. Şehri ve buradaki insanları çok seviyorum. İlk 6 ay Sultanahmet’in dışına çıkmadım, Taksim’i falan bilmiyordum o zamanlar. Burada insanlar çok canayakın. Her an biri sizi bir çay içmeye çağırabiliyor. En çok sevdiğim şeylerden biri de burada yemekler. Gerçekten çok lezzetli. Burada çok mutluyum. Herkese önereceğim tek bir şey var: Her şeyi içlerine atmasınlar. Açık olsunlar ve ne onları mutlu ediyorsa onu yapsınlar.

Ebru nasıl ortaya çıktı?

İngilizce'de “marbling” diye bilinen ebru; mermer görüntüsü vererek boyama anlamına geliyor. Türk ebru sanatı, Orta Asya'da doğmuş ve İpek Yolu'yla İran'dan geçerek Anadolu'ya kadar uzanmış olan köklü bir sanat dalı. Ebru, Orta Asya dillerinden Çağatayca’da, “hareli görünüm”, “damarlı kumaş” ya da “kağıt” anlamına gelen “ebre” kelimesinden ortaya çıkmış. İran’da da bu sanata “abru” (su yüzü) veya “ebri” (bulut gibi) adı verilmiş. Ebru sanatı, 17. yüzyıl Avrupa'sında ise 'Türk Kağıdı' olarak ün yapmış.

Sanat tarihçileri bu sanatın 1580-1700 yıllarında altın çağını yaşadığını ve İstanbul'da, Beyazıt'ta üretilen ebruların yüksek fiyatlarla Avrupa ve Amerika'da satıldığını ve bu kağıtların Batı ülkelerinde “Türk kağıdı”, “Türk mermer kağıdı” adı ile anıldığını belirtiyorlar. Batılılar, Türklerin ebru sanatının sırrını çözmek için epey uğraş vererek, bu konuda pek çok araştırma ve incelemeler yapmışlar, tekniği genel olarak öğrenmelerine rağmen kitre ile mükemmel ebru yapmayı bir türlü başaramamışlar. Ebru, Türkiye'de cilt sanatının yanı sıra, hat sanatında zemin ve pervaz olarak da kullanılmış. Hat sanatının, sanat atölyelerinde çoğalmasıyla birlikte, fonda kullanılan bu desenli kağıdın da değeri artmış, çerçevelenecek kadar önemsenmiş.

Ebrunun nasıl yapıldığına gelince, yüksek ve ağzı geniş bir leğene, gereği kadar kitre (geven bitkisinin gövdesinden alınan nişastalı tutkal) konur. Bir çalı çeşidi olan gevenin özsuyunda bulunan tutkal, suya yoğunluk vermek amacıyla kullanılır. Renkler, ince toz haline getirilip ayrı kaplarda, kitreyle bal yoğunluğuna gelmiş tutkallı suda eritilir. Elde edilmek istenen boyaya taze sığır ödü'nden bir veya iki kahve kaşığı ilave edilir ve iyice karıştırılır. Boyaların en koyusundan başlamak üzere bir fırçayla gerektiği kadar alınıp kitreli suyun yüzüne serpilir. Suyun yüzünde kalan boyalar çöple karıştırılarak istenilen damarlar meydana getirilir. Kağıt bu boyalı suyun yüzüne yavaşça bırakılır, beş-on saniye bekletildikten sonra, üst yüzeyine boya bulaştırılmadan kaldırılır.




Röportaj: Berna Çetin


Kategoriler

- Başarı - Eğitim - Kişisel Gelişim - Hedef - Ticaret - Muhammed Bozdağ - İletişim - Nasihatler - Kariyer - Dua - Para - istemek - çalışmak - İslam - Abdülhamid Han - iş hayatı - Haber - Ekonomi - Osmanlı Sultanları - Rizik - Karar - Meslek - Osmanlı - Zaman Yönetimi - şükür - Motivasyon - Liderlik - Hedef Belirlemek - II. Abdülhamid Han - alışveriş - Para Kazanmak - istek - Arastirma - Osmanlı Devleti - yaşam - çalışmanın hedefi - Kriz - Hikayeler - Sorumluluk - İşsizlik - özgüven - Dünya Hayatı - Zaman - Nimete şükretmek - İslami ölçüler - içtenlik - duanın kabulü - İmaj - Modelleme - Helal Kazanç

MollaCami.Com