Kariyer | Konular | Kitaplık | İletişim

Asrı Saadetten Günümüze Piyasa Ahlakı

Ferdi ve sosyal yozlaşmanın toplum hayatının her köşesinde kendini hissettirdiği günümüzde insanlık, Kur’an ve Sünnet’in ekonomik ve sosyal hayata ilişkin prensiplerine ne kadar da muhtaç! Zira İslam, asırlar önce getirmiş olduğu prensiplerle beşere ışık tutmuş, bütün zaman ve mekana muallim "Asr-ı Saadet" toplumunu meydana getirmiştir. Bu uygulamalar, insanlığın yeniden kendisine döneceği günleri beklemektedir.

Tebliğ ettiği kaideleri " Medine toplumu" ile hayata geçiren Hz. Peygamber (sav) vaz’ettiği iktisadi prensipleri de "Medine pazarı" örneği ile uygulama yoluna gitmiştir. Gerek hicretten önce, gerekse hicretten sonra, her sahada olduğu gibi iktisadi sahada da bir yandan yeni yeni hükümler uygulanırken, bir yandan da bazı cahiliye adetleri yasaklanıp bazıları tadil ve tashihe tabi tutuluyordu. Bütün bu hükümlerin tatbiki için uygun şartlar oluşturulmalıydı. Zira mevcut Medine pazarı genellikle müşrik veya Yahudi tacirlerin kontrolündeydi. Tabiatıyla, bunların ticari faaliyetleri ya kendi dini anlayışlarına veya cahiliye adetlerine dayanıyordu. Her türlü gayr-i meşrü muamelenin cereyan ettiği bu zeminde Müslümanlar’ın, İslam’ın hükümlerini uygulamaları şüphesiz zor olacak, karşılıklı güven ortamı kolay kolay sağlanamayacaktı. Ayrıca bu ticaret, piyasaya hakim olmaları sebebiyle daha çok gayr-i müslimlerin lehine idi ve bunun böyle sürüp gitmesi devletin geleceği açısından problem teşkil edebilirdi. Kaldı ki Müslümanlar, "Arapların mallarından ne kapsak kardır ve bu hususta da mes’ul ve günahkar olmayız. Zira onlar hak yolda (!) değiller" şeklinde bir zihniyete sahip olan Yahudiler’ in insafına terk edilemezdi.

Öyleyse yapılacak ilk iş, Müslümanların hakim olduğu müstakil bir pazar kurmaktı. Zira diğer pazarlar, onların pazarı olamazdı. Hz. Peygamber (sav) Nebit Pazarı’na giderek bir göz attı ve "Bu asla sizin pazarınız olamaz" buyurdu. Sonra "Medine Pazarı" adım alacak olan pazara döndü, etrafım dolaştı ve "Sizin pazarınız budur" buyurdu. Hz. Peygamber (sav) tarafından seçilen bu pazar yeri, Benü Saide kabristanının yanındaydı. Hz. Peygamber (sav), ilk kurduğu pazarın yerini, insanları dünya lezzetlerine dalmaktan meneden ölümü ve Mahkeme-i Kübra’da kurulacak adalet terazisini hatırlatan en önemli uyancılardan biri olan kabristan bölgesini seçmek suretiyle, belki de alıcı ve satıcıyı manevi kontrol altında tutmayı hedeflemişti. Pazar, çoğunun gözünde ihtiyaç için uğranılacak ve iş tamamlanır tamamlanmaz acele dönülecek, şeytan ve ehlinin takım takım kol gezdiği "yalan yemin, haset ve niza (kavga) yeridir" . Bugün büyük ölçüde gayr-i meşrü muamelelerin cereyan ettiği çarşı pazarlar ve alış veriş merkezlerinin içler acısı durumu, bu uygulamanın ne kadar orijinal olduğunu gözlerimizin önüne sermekte ve bizi ne kadar güzel ikaz etmektedir.

Hz. Peygamber (sav) koyduğu esasların tatbikini yerinde denetlemek için bizzat kendisi sık sık pazar kontrollerine çıkmış ve gayr-i meşru davranışlarda bulunanlara anında müdahale edip, gerekli ikaz ve açıklamaları yapmıştır. Mutat denetimlerden birisinde "Hz. Peygamber (sav) bir buğday satıcısının yanına geldi ve elini buğday yığınının içine daldırdığında bir ıslaklık hissetti. Durumu sorduğunda satıcı, yağmurdan ıslandığını söyledi. Bunun üzerine, Resulallah (sav), insanların görmesi için alt kısmını niçin üste getirmediğini sordu ve "bizi aldatan bizden değildir" buyurdu." Münziri’ nin naklettiği farklı bir rivayete göre, buğday yığınının iç kısmının dış tarafı gibi olmadığını gören Resulullah (sav): "İyisini ayrı sat, kötüsünü ayrı" buyurmuştur. Burada Resulullah’ ın (sav) itirazı kalitesiz mal arzına değil, ancak adi malın iyisiyle karıştırılarak yüksek fiyatla satılmasınadır. Zira, kaliteli mal üretimi arzulanan bir şey ise de, ayrı cins mamüllerin hepsinin çoğu zaman tek bir vasıfta olması mümkün değildir.

Günümüzde alış verişlerde sıkça rastlanan hilelerden biri "neceş", yani müşteri kızıştırmadır. Çoğunlukla malın fiyat ve sürümünü artırmaya yönelik bir hile şeklinde ortaya çıkan neceş, haksız kazanca yol açan bir harekettir. Şöyle ki: Bir pazarlık esnasında, satıcı ile anlaşmalı olan üçüncü bir kişi veya kişiler, sanki alıcıymış gibi devreye girerek, gerçek müşterinin verdiğinden daha yüksek bir fiyat vermek suretiyle onu yanıltır. Mesela, bir ev veya araba alış verişi sırasında ‘falan adam şu kadar verdi fakat vermedim" diyerek aşırı talep varmış imajı verilir veya araya üçüncü bir şahıs sokularak, "kardeşim, sen almazsan ben alacağım" gibi sözlerle müşteri aldatılmaya çalışılır. Hele birde piyasanın durumunu ve malın piyasa fiyatını bilmiyorsanız vay halinize! Üstüne üstlük akraba, komşu, ahbab vb. kişilerden, bir de güvenerek alış veriş yapıyorsanız, o zaman kendinizi tamamen satıcının, yani bu kişilerin insafına bırakıyorsunuz demektir ki, bu da cemiyetin bağrında ‘tamiri çok zor’ yaralar açar. Bu defa elinizdeki kusurlu malı satmak için siz de aynı yola başvurursanız hastalık kronikleşir ve bir kanser gibi her tarafa yayılmaya başlar.

Müşteri, ikna etmek için başvurulan en yaygın yöntemlerden biri olan emin konusunda, "Hakikat, Allah’a olan ahitlerini ve yeminlerini az bir bedelle satanlar var ya, işle onlar için ahirette hiçbir nasip yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, yüzlerine bakmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlar için pek acıklı bir azap vardır" ayeti nazil olmuştur. Bir seferinde simsarlara uğrayan Rasulullah (sav) onlara daha güzel bir isimle hitap ederek şöyle buyurdu: "Ey tüccar topluluğu! Alış veriş esnasında çokça yemin ve boş laf edilir, bunun için sadakaya sarılınız." Hz. Peygamberin (sav) bu husustaki ikazlarından bazıları şunlardır: "Satıcı ile alıcı meclisten ayrılana kadar muhayyerdirler. Her ikisi de dürüst olup (açıklanması gereken şeyleri) açıklarlarsa, bu alış veriş kendilerine bereketli kılınmıştır. Eğer yalan söyler ve (açıklanması gereken şeyleri) gizlerlerse bu alış verişin bereketi giderilir" .

"Bende ondan on kat daha iyisi var diyerek biriniz diğerinizin satışı üzerine satış yapmasın"

"Kişinin malında bir kusur varsa, söylemeden satması ona helal olmaz" .

Bütün bu sözler satıcıyı devamlı olarak ikaz etmek maksadıyla ve piyasa ahlakının bozulmasını önlemeye yönelik olarak söylenmiştir. Aksi halde, ticaret ehli günümüzde çoğunlukla olduğu gibi, kendisine kesinlikle güvenilmeyen bir zümre haline gelecektir. Bugün çarşı pazarda alış veriş yapan bir kişinin en fazla tereddüt ettiği hususun "acaba aldatılıyor muyum?" olması, oldukça düşündürücüdür.

Günümüze bakan yönüyle piyasa ahlakının en fazla zedeleyen spekülatif hareketlerden belki de en önemlisi "ihtikar" , yani karaborsacılıktır. Çünkü bu hareket sadece bir veya birkaç kişiyi değil, bütün ekonomik bünyeyi ve toplumu sarsan, piyasayı darlaştıran bir ahlaksızlıktır. Bir ticari malı veya ürünü pahalılaşması gayesiyle stoklayıp piyasaya sürümünü geciktirmek anlamına gelen ihtikar, beklendiği üzere, fiyatların suni bir şekilde yükselmesine ve normal piyasa seviyesinin üzerine çıkmasına sebep olur. Genelde, insanların ihtiyaçlarının sömürülmesi yoluyla daha az emekle daha kolay kazanç sağlama mantığına dayanan bir ruhi bozukluğun doğurduğu ahlak dışı bir davranış tarzı olan bu muamele, özellikle temel ihtiyaç maddeleri söz konusu olduğunda toplumun zarar görmesine sebebiyet verdiği gibi, uzun müddet devamı halinde de sosyal bunalımlara yol açabilir. "Karaborsacı ne fena bir kuldur; fiyatların düştüğünü öğrenince üzülür, yükseldiğini duyunca da sevinir" hadisi bu tip kimselerin ruhi durumunu ve insani seviyelerinin düşüklüğünü çok güzel bir şekilde ifade etmektedir.

Veda Hutbesi’nde insanlığa, "Mallarınız ve kanlarınız birbirinize haram kılındı" şeklinde evrensel prensibini ortaya koyan Hz. Peygamber (sav), bu prensibi yine kendisi hayata geçirmiştir. Demek ki İslam, insanın kendisi için vazgeçilmez olan ticari ve iktisadi hak ve hürriyetlerini başkalarına zarar verecek şekilde kullanmasına izin vermemektedir. İslama göre insan yalan yere yemin etmeyecek, kusur saklamayacak, boş laf etmeyecek, müşteri kızıştırmayacak, karaborsacılık yapmayacak, kısacası gayr-i meşru bütün davranışlardan uzak duracaktır. İnsanın üstünlüğü ve mükemmelliğinin ölçüsü imandır. İnsan imanı nisbetinde kıymet kazanır. İmansızlık insanın üstünlüğünü ve mükemmelliğini ortadan kaldırır. Allah, bütün zenginlikleri insanın emrine vermiştir. O’nun temiz ve helal kıldığı yollardan olmak şartı ile her türlü kazanç serbest bırakılmıştır. İnsan bütün ibadetlerinde olduğu gibi, ekonomik teşebbüste bulunurken de Allah’ın rızasını gözetmek zorundadır. Müslüman için karz-ı hasen vermek, gelecek nesiller için harcama yapmak, fakir ve muhtaçlara yardımda bulunmak, sosyal sorumlulukların en önemlilerindendir.


Turan Güngör


Kategoriler

- Başarı - Eğitim - Kişisel Gelişim - Hedef - Ticaret - Muhammed Bozdağ - İletişim - Nasihatler - Kariyer - Dua - Para - istemek - çalışmak - İslam - Abdülhamid Han - iş hayatı - Haber - Ekonomi - Osmanlı Sultanları - Rizik - Karar - Meslek - Osmanlı - Zaman Yönetimi - şükür - Motivasyon - Liderlik - Hedef Belirlemek - II. Abdülhamid Han - alışveriş - Para Kazanmak - istek - Arastirma - Osmanlı Devleti - yaşam - çalışmanın hedefi - Kriz - Hikayeler - Sorumluluk - İşsizlik - özgüven - Dünya Hayatı - Zaman - Nimete şükretmek - İslami ölçüler - içtenlik - duanın kabulü - İmaj - Modelleme - Helal Kazanç

MollaCami.Com