Kariyer | Konular | Kitaplık | İletişim

Beden Merkezli Hayatın Yol Açtığı Problemler

Küreselleşme hâdisesinin yaşanmaya başladığı dünyamızda ve bundan derinden etkilenen hayatımızda, önümüzdeki yıllarda yaşayacağımız önemli bir problem, biyolojik boyutta (bedenî ve cismanî düzlemde süren hayat) yaşamakla, insanî boyutta (ahlâkî ve mânevî değerler düzlemindeki hayat) yaşamak arasındaki dengeyi nasıl kurabileceğimizdir. Çünkü, 'her şeyin pazarlanabilir ve satın alınabilir olduğu' prensibi, hayatımızı bir ağ gibi sarmaktadır. İnsanlar, bedenî ve cismanî ihtiyaçlarını karşılamak adına, inanç ve ahlâkî (etik) değerlerini gözardı edebilmekte, ayakta kalabilme değeri üreten her şeyini, satın alınabilir ve pazarlanabilir bir ürüne dönüştürme eğilimine girmektedirler. Daha da üzücü olanı ise, insanın mânevî boyutunu, bedenî ve cismanî boyutunun emrine veren varlık olarak tanımlanır hale gelmesidir. Dolayısıyla insanlığın büyük kısmı, hayatı sadece biyolojik boyutta fark edebilmiş, varoluş düzeylerini de bununla sınırlamışlardır. Bazı insanlar da günümüzde inanç ve ahlâkî değerlerini yarına taşıyabilmenin yolunun, herşeye rağmen ayakta kalmaktan geçtiğine, gerekirse bazı değerlerden vazgeçilebileceğine inanmaktadırlar. Biyolojik varoluş seviyesinde yaşayan bu insanların, insanî varoluş açısından kötü olarak bilinen sıfatlardan arındırılmaları isteniyorsa, yaşadıkları çevrede varolan ayakta kalabilme değerlerinin değişmesi gerekmektedir. Sosyal çevre, insanî değerlere öncelik veren ayakta kalma değerleri üretecek şekilde değiştirilemiyorsa, bu insanların, zihnî ve ruhî dönüşüm eğitiminden geçirilmesi mecburi hale gelmektedir. Bunun için cismanî hayat seviyesindeki zevk ve tatminlerden, mânevî hayatın zevklerine geçişi sağlayacak eğitim modelleri geliştirilmedikçe, insanların biyolojik varoluş seviyesinin üstüne çıkmaları zor olacaktır.

Günümüzde Birleşmiş Milletler, ülkelerin gelişmişlik ve kalkınma endekslerinin belirlenmesinde, cismanî tatminin yetersiz kaldığını fark etmiş ve mevcut kriterlere insanî değerler endeksini de ilâve etmiştir. Bu, aslında insanî hayat kalitesine geçişin ve maddeye endeksli hayatın yetersizliğinin göstergesidir. İnsanî değerler denince, kişinin ahlâkî değerlere sahip, kendine ve çevresine faydalı olup olmadığı vb gibi insanî boyut özellikleri dikkate alınmaktadır.

İnsanın zaafları dikkate alındığında, her insanın inanç ve ahlâkî prensiplerinden bir ölçüde taviz verebilmeye yatkın bir yapıda olduğu görülür. Bu sebeple insanın neleri ekonomik kapital karşılığında gözardı edebileceği veya nelerden vazgeçemeyeceği belirsizleşmektedir. Meselâ onur, dürüstlük, yalan söylememe, liyakat, saygı, sevgi, yardımlaşma, vatan, millet, bayrak, kamu menfaatleri gibi değerler, cismanî boyuttaki ihtiyaçları karşılamak adına gözardı edilebilecek değerler midir? Satın alınamaz insanî değerler var mıdır? Varsa bu değerler neye göre belirlenecektir. Bu değerler, nasıl bir çevre ve eğitim modeliyle hayata hayat olabilir? Kutsallıktan arındırılmış ve bedenî–cismanî boyuta hapsolunmuş insanlar, sağlıklı müesseseler ve topluluklar inşa edip, kendi insanî değerlerini ve kültürlerini yarına taşıyabilirler mi? Cismanî ihtiyaçlarının güdümünde ve onun tutsağı olmuş insanlar mı, yoksa ahlâkî çerçevede hayat süren insanlar mı inanç ve ahlakî değerlerinden kolayca vazgeçebilirler? Ahlâkî değerler, tamamen göreceli bir prensipler bütünü müdür? Evrensel ahlâkî değerler kadar, yerel ahlâkî değerler de vardır yaklaşımı ne kadar sağlıklıdır? Akıl, ahlâk, adalet ve âdap olarak bilinen '4A' prensibli bir hayat tarzı mı, yoksa prensibsiz bir hayat mı daha sağlıklı ve sürdürülebilirdir? Bu ve benzeri sorular, önümüzdeki yılların çetin problemlerine işaret etmektedir. Bütün bu soruların cevaplarını ararken, insanın canlı bir sistem olduğunu, ayakta kalma hissinin belirleyici rolünü ve bu hissin, insanî değerlerle, prensib merkezli bir hayat felsefesiyle kontrol altına alınabileceğini gözardı etmemek gerekir.

Özetle, insanların tutum ve davranışlarını şekillendiren faktörlerden birincisi, tutum ve davranışın ayakta kalabilmeye yaptığı katkı değerinin uygunluk ve geçerlilik katsayısıdır. Çevremizdeki insanların tutum ve davranışlarını analiz edip yargılarken bu temel faktörü dikkate almak, daha sağlıklı bir değerlendirmeye yardımcı olur. Ciddî düzeyde ahlâkî ve inanç eğitimi alınmamışsa, insanlar için öncelikli olan şey, belli çevrede sergileyeceği tutum ve davranışların ahlâkî olarak doğru olup olmaması değil, içinde bulunduğu zaman diliminde ayakta kalabilme ve yarına taşınabilme ihtiyacını karşılayıp karşılayamayacağıdır. İkinci derecede; bu tutum ve davranışlarının evrensel geçerliliği olan ahlâkî değerler ve yerel kültürle uyuşup uyuşmadığı gelir. Üçüncü derecede ise; uzak gelecekteki hayatına ve onun kalitesine faydası mı zararı mı dokunacağının risk analizinin yapılması gelir. Uzak geleceği ön görerek ve hesaba katarak vizyon ve misyon eksenli yaşayan insanların toplumdaki azlığı dikkate alındığında, insanların cismanî varoluş seviyesinde yaşamalarının pek de anormal bir durum olmadığı görülecektir. İnsanların sosyal davranışları analiz edilirken, davranışları belirleyen özelliklerin dikkate alınması, insanla alâkalı kararların daha sağlıklı verilmesini kolaylaştıracaktır.


Hamza AYDIN


Kategoriler

- Başarı - Eğitim - Kişisel Gelişim - Hedef - Ticaret - Muhammed Bozdağ - İletişim - Nasihatler - Kariyer - Dua - Para - istemek - çalışmak - İslam - Abdülhamid Han - iş hayatı - Haber - Ekonomi - Osmanlı Sultanları - Rizik - Karar - Meslek - Osmanlı - Zaman Yönetimi - şükür - Motivasyon - Liderlik - Hedef Belirlemek - II. Abdülhamid Han - alışveriş - Para Kazanmak - istek - Arastirma - Osmanlı Devleti - yaşam - çalışmanın hedefi - Kriz - Hikayeler - Sorumluluk - İşsizlik - özgüven - Dünya Hayatı - Zaman - Nimete şükretmek - İslami ölçüler - içtenlik - duanın kabulü - İmaj - Modelleme - Helal Kazanç

MollaCami.Com