Kariyer | Konular | Kitaplık | İletişim

İşçi Ve İşverenin Hukukî ve Ahlaki Sorumlulukları

Kur'ân-ı Kerîm’in üzerinde durduğu konulardan biri ahlâkî kâidelerden olan hak ve adalettir. Ahlâk ise, insanın fiziki yapısını içine alan “halk” (yaratılış) ile manevi yapısını içine alan “hulk” (iyi ve kötü, fazilet ve rezilet) kelimesinden türemektedir. Böylece ahlâki konu içinde yer alan hak ve adâlet, kişinin vazife ve sorumluluğunu belirler. Bu da işçi ve işveren açısından hak ve ihsan kavramlarını ortaya çıkarır. Bu kavramlar da emekte kalite ve verimliliğin, toplumda da huzur ve güvenin artmasına vesiledir. Günümüzde işçi ve işverenin hak ve sorumluluklarının hakkaniyet ve adalet çizgisinde belirlenmesi, işçi sağlığı ve güvenliğinin sağlanması, işçilerin de ehil olması ve mesuliyet duygusu içinde çalışması toplumun ilerlemesi ve yapılan işin kalitesinde en büyük etkendir. İşin mahiyeti sebebiyle âlimler işçiyi ecîr-i hâs ve ecîr-i müşterek diye iki gruba ayırmışlardır. Yapılan iş sözleşmesi işçinin belli bir zaman biriminde hâsıl edeceği emeğini işverenin emrine tahsis etmesini gerekiyorsa, bu duruma “ecîr-i hâs” denilir. Günümüzdeki devlet memurları, sanayi ve tarım kesimi işçileri ile günlük işçiler bu kapsama girmektedir. Buna karşılık sözleşme işçinin belli bir iş görmesini konu alıyorsa o takdirde bu işçiye de “ecîr-i müşterek” denir. Bu kapsamda da ücret karşılığı bir işi takip eden avukatlar ile doktorlar ve sanatkârlar sayılmaktadır.



Hak, sözlükte ve fıkıh literatüründe “gerektiği şekilde, gerekli ölçüde ve gereken zamanda meydana gelen iş, olması gereken yetki ve imtiyaz”2 anlamındadır. Haklar, “Hukukullah” (Allah hakları) ve “Hukuku’l-ibâd” (Kul hakları) şeklinde iki kısma ayrılır. Şüphesiz en büyük hak Allah hakkıdır. Allah kendi hakkını gerektiğinde affedebilirken, kul hakkının kullar kendi aralarında helalleşmediği müddetçe affedilemeyeceğini haber vermektedir. İslâm nazarında her insan mükerremdir, kıymetlidir. Hepsi aynı haklara sahiptir. Bütün insanlar bir ailenin fertleri gibidirler. Hangi ırka, hangi sınıfa, hangi mesleğe, hangi rütbeye mensup olursa olsun her insan eşit haklara sahiptir. Hiçbir fert, mensup olduğu sınıf, meslek, ırk veya cinsiyet dolayısıyla tabii haklarının hiç birinden mahrum edilemez.

Adalet ise, “davranış ve hükümde doğru olmak, dengeli davranmak ve eşit kılmak” manalarına gelmektedir.4 Müfessirler Kur'ân-ı Kerîm’deki “Muhakkak ki Allah adaleti ve ihsanı emreder” (Nahl sûresi, 90) ayetindeki adaleti üç kısımda mütalaa etmişlerdir: 1. Kulun Allah’a karşı adaleti: Allah’ın emirlerini eksiksiz yerine getirmektir. 2. Kulun nefsi ile cismi arasındaki (kendisine karşı) adaleti:

Kendini mahvedecek maddi ve manevi felaketlerden uzak durmasıdır. 3. Kullar (insanlar) arasında adalet: Mahlukata insaflı davranma, başkasının hakkına riayet ederek hıyaneti terk ile sözlü ve fiili olarak hiç kimseye kötü bir harekette bulunmamadır.5

İhsân, “başkasına iyilik etmek” ve “yaptığı işi güzel yapmak” anlamına gelen bir isimdir.6 Bu açıdan bazı âlimler ihsanı adaletin üstünde bir derece daha fazla olarak görmüşlerdir. Çünkü adalet borcunu vermek, alacağını almak iken, ihsan ise üstüne düşenden daha fazlasını vermek, alması gerekenden daha azını almaktır. Bundan dolayı adaleti gözetmek vâcip, ihsanı gözetmek mendup ve müstehap kabul edilmiştir. Cibril hadisi diye bilinen rivayette Hz. Peygamber İman, İslâm ve ihsanı tarif etmiş ve burada ihsanı, “Allah’ı görür gibi ibadet ve kulluk vazifesini (verilen işleri) yerine getirme”7 olarak belirtmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm insan hak ve vazifeleriyle ilgili konuları mücmel (kısa) olarak anlatırken, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de uygulamalarıyla bu konuları açıklamış ve bunların aynı zamanda Allah hakkı olduğunu belirterek dikkat edilmesi mevzûnda ümmetini uyarmıştır. Meselâ Allah Resûlü (s.a.s.) bir defasında; “Bir kimse, yemin ederek bir Müslüman’ın hakkını gasbederse, Allah o kimseye cehennemi vacip kılar ve Cennet’i haram eder buyurunca, bunun üzerine bir kişi ey Allah’ın Resûlü: “Eğer o hak, değersiz bir şey ise ne dersiniz?” demiş ve Peygamberimiz (s.a.s.) de: “İsterse misvak ağacından bir dal parçası olsun.” buyurarak konunun önemine dikkat çekmiştir.

İşverenin Hak ve Sorumlulukları

İslâm’da işçinin hak ve vazifeleri olduğu gibi, işverenin de hak ve sorumlulukları vardır. Öncelikle işveren ve işçinin uyması gerekli ilk şart; doğruluk, verdiği sözde durma ve her işin hakkını vermek olmalıdır. Sahabîden Sufyan b. Abdullah es-Sekafî bir defasında Hz. Peygamber’e, “İslâm’ın kısa ve özlü bir tavsiyesi olsa ne olur?” diye sormuş, O da: “Allah’a iman ettim dedikten sonra da bütün işlerinde dosdoğru ol”9 buyurmuşlardır. Kur'ân-ı Kerîm’de haber verilen “Yeryüzüne ancak sâlih kullarım mirasçı olur.” (Enbiya sûresi, 105) ayetindeki varislik, dürüst olma prensibine dayanır. Çünkü ayetteki “salâh=dürüstlük” dünyevî işleri en güzel yapma bilimde, sanatta ve teknikte en mükemmeli uygulama olabileceği gibi, ahirete yönelik ibadetleri de zamanında eda etme anlamında anlaşılabilmektedir. Buna riayet edildiği zaman “Hak üstündür.” düstûru ortaya çıkacaktır. Bu da “her işin hakkını vermek” prensibini meydana getirir. Genel olarak işverenin hak ve sorumluluklarını şöyle sıralayabiliriz:

İşçinin çalıştırılmasıyla ilgili olarak en önemli şart yapılacak işin ifâsının dinen haram ve hukuken yasak olmamasıdır. Meselâ zina, kumar, cinayet, hırsızlık gibi dinen günah sayılan işlerin yapılmasını konu alan bir sözleşme ve bundan elde edilen ücret caiz değildir. Hatta mâsiyetin öğrenimi veya mâsiyetin işlenmesine yol açan akitler de aynıdır. Fakihlerin çoğunluğu yapılan iş dolaylı da olsa haram bir fiili içeriyorsa zaruret yoksa Müslüman bu tür işlerden uzak durmalıdır demişlerdir. Meselâ bunun için bir Müslüman’ın, domuz çiftliğinde çalışmasını doğru bulmamışlardır.11

Ücreti Belirleme:

İşverenin verebileceği ücreti önceden belirtmesi sonradan olabilecek anlaşmazlık ve kırgınlıkları ortadan kaldıracaktır. Bazı işverenlerin “işe başla da sonradan düşünürüz” veya “kolay ederiz” gibi sözleri doğru değildir. Nitekim Hz. Peygamber bu konuya açıklık getirmiş ve “Kim bir işçi çalıştırırsa ona ücretini bildirsin”12 buyurmuşlardır.

Ücreti Zamanında Ödeme:

İşverenin en önemli sorumluluklarından biri de akidde kararlaştırılan şekilde işçiye ücretini zamanında ödemesidir. Çünkü Allah Resûlü (s.a.s.)’in “İşçiye ücretini, teri kurumadan önce veriniz”13 tavsiyesi bir nevi emir hükmündedir. Kudsî bir hadiste de Hz. Peygamber, Allah Teâla’dan rivayetle şöyle buyurmaktadır: “Üç sınıf insan vardır ki kıyamet günü ben onların hasmıyım: 1. Benim ismimle yemin edip, sonra ahdini bozan. 2. Hür bir kimseyi köle olarak satan ve parasını yiyen. 3. Bir işçi tutup çalıştırdıktan sonra ücretini vermeyenler.”14 Bu hadisten de anlaşılıyor ki işverenin, işçisinin ücretini zamanında ve eksiksiz ödemesi gerekmektedir. Zira bu rivayet aynı zamanda haksız kazanç sağlayanlara ve kul hakkını ihlal edenlere en büyük tehdittir!.

İşi Ehil Olana Verme:

“İşler, ehil kişilere verilmediği zaman kıyameti bekleyiniz.”15 rivayeti yalnız büyük kıyamet değil, küçük kıyamet denilen “dünyevî belalar” anlamında da anlaşılmalıdır. Zira ehil olmayan bir insanın yapacağı bina, kullanacağı vasıta kendisine mezar olabilecek veya o kişi ömür boyu sakat kalabilecektir. Bunun için Peygamber Efendimiz (s.a.s.) “Daha ehil ve liyakatlisi varken yakınlık sebebiyle bir işe, bir başkasını tercih ve istihdam eden kişi Allah’a, Resûlü’ne ve bütün Müslümanlara karşı hâinlik etmiş olur.”16 buyurarak bu konuya işaret etmiştir. Ebu Musa el-Eşari de şöyle bir olay anlatır: Bir gün Eşarî kabilesinden iki kişiyle beraber Efendimiz (s.a.s.)’in huzuruna vardık. Bunlar Resulullah’tan iş ve vazife istediler. Ben sıkılarak “Ya Resulallah, ben bunları gönüllerinde memuriyet talebi bulunduğunu bilmiyordum” dedim. Bunun üzerine Allah Resûlü de: “İş dileyen kimseyi biz işimiz üzerinde kullanmayız” buyurmuşlardır.17 Özellikle devlet işlerine ehil olunmadığı müddetçe personel alınmaması gereği bu rivayetten çok net anlaşılmaktadır.

İnsan Haklarına Riâyet:

İnsan hakları ve özgürlükleriyle ilgili konulara riayet etmek, işçisine yaşanabilir bir hayat ortamı hazırlama ve dinî yükümlülüklerini yerine getirmede (meselâ farz namaz ve Cuma namazları gibi) imkân hazırlama da işverenin görevleri arasındadır. Allah Resûlu (s.a.s.) “Kim bize âmil (işçi, memur) olursa ücretiyle hanım alsın (evlenebilsin). Eğer hizmetçisi yoksa hizmetçi tutsun. Eğer evi yoksa ev kazansın.” Hz. Ebubekir bundan sonra Hz. Peygamber’den şöyle işittiğini nakleder: “Bundan başka servet edinenler ya hıyanet edicidir veya hırsızdır.”18 Bu da bize gösteriyor ki, bir işte çalışan kişilerin bu insânî eksiklikleri giderilirse vazifelerini daha rahat ve düzgün yaparlar. Bu sorumlulukları yerine getiren işverenin, bundan sonra kaliteli iş istemeye de hakkı olur.

İhsânkâr Davranmak:

İhsan, Allah’ın murakabe ettiğini unutmama bundan dolayı O’nun rızası istikametinde bulunma, aynı zamanda yaptığını güzel ve sağlam işleme anlamına gelmektedir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm’de Allah Teâlâ “Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) ihsanda (iyilikte) bulun.” (Kasas sûresi, 77) buyurmaktadır. Dolayısıyla Allah insanı nasıl mükemmel ve karşılıksız yaratmışsa, insan da tüm mahlûkata karşı aynı şekilde ihsankâr davranmak mecburiyetindedir. Hatta hadiste, köle veya işçi olarak çalışan kimseler için bu, “Onlar sizin kardeşleriniz olup Allah onları sizin sorumluluğunuz altında kılmıştır. Böyle bir din kardeşi eli altında bulunan kimse ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin onlara gücü yetmediği şeyleri yüklemesin. Şayet yüklerse onlara yardımcı olsun.”19 şeklinde belirtilmiştir. Abdullah b. Ömer de Hz. Efendimiz (s.a.s.)’den şöyle bir haber nakleder:

Sizden önceki milletlerde üç kişilik cemaat sefere gitmişler ve dağda bir mağaraya sığınmışlardı. Mağaraya girdikleri zaman dağdan bir kaya parçası aşağı düşüp bunların üzerine mağarayı kapadı. Bunlar kendi aralarında bizi buradan ancak salih amelimiz kurtarır diyerek herkes yapmış oldukları ameli zikrederek Allah’a Salih amellerini vesile ederek dua etmeye başladılar. İki kişi dualarını bitirdikten sonra kaya biraz açılır, fakat çıkamazlar. Bunlardan üçüncüsü de şöyle devam eder: “Allah’ım Sen de biliyorsun ki, ben bir seferinde birtakım işçiler tutmuştum. İşçilerden biri müstesna hepsinin ücretlerini verdim. Fakat diğer işçi ücretini alamadan gitti. Bunun ücretini ticaretle nemalandırdım. Hatta bunun bu ücretinden hayli servet meydana geldi. Bir zaman sonra bu işçi bana geldi “Ey Allah’ın kulu, benim ücretimi ver.” dedi. Ben de ona “Şu gördüğün deve, sığır ve koyunlar hep senin ücretinden meydana gelmiş bir servettir. Götür bunları.” dedim. O da, “Ey Allah’ın kulu, benimle alay etme” dedi. Ben de ona: “Hayır, bu hakikattir, malını al götür!” dedim. O da bunların hepsini sürüp götürdü. “Rabbim! Bu hayır ve sadâkatimi senin rıza ve muhabbbetin için yapmışsam şu kaya parçasını buradan kaldır.” dedi ve kaya tamamen açıldı, bunlar da mağaradan çıkıp gittiler.20 Bu hadisten de işçinin hakkını vermek, hatta ihsankâr davranarak onun gönlünü almak işveren için dünyevi ve uhrevi mükâfata nailiyet olacağı anlaşılmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm’de de, Allah “ihsankâr davrananları - muhsinleri çok sevdiğini” çeşitli ayetlerde beyan eder.

İşçinin Vazifesi, Hak ve Sorumluluğu

İşverenin hakkı, ihsanı ve sorumlulukları olduğu gibi, işçinin de vazifesi, ihsanı, hakkı ve sorumluluğu vardır. İşçinin ilk görevi sağlam ve kaliteli iş üretmesidir. İhsanı ise, isteyerek ve karşılıksız olarak fazla mesai yapmasıdır. Bununla birlikte ayrıca vazife ve sorumlulukları şunlardır:

Güvenilir ve Ehil Olma:

Yapılacak iş, işveren tarafından işçiye emanet edileceği için işçi açısından en önemli sorumluluk önce emniyet ve liyakattir. Hz. Musa Mısır’da bir Kıbti’yi kazaen öldürmesinden sonra Mısır’ı terk etmiş, Medyen’e doğru gitmişti. O esnada kuyu başında bir grup insan bulmuştu ki, bunlar hayvanlarını suluyorlardı. Bunların gerisinde de iki kız vardı. Bunlar da izdihamdan sakınıp duruyorlardı. Hz. Musa bunlara:

-Siz niye kenarda bekliyorsunuz diye sorunca? Bunlar da:

Bu çobanlar çekilip gitmedikçe bunların arasına sokulup da biz hayvanlarımızı sulayamayız. Biz zayıf kimseleriz. Babamız da koca bir ihtiyardır (Şuayb), dediler. Bunun üzerine Hz. Musa bu kızcağızların koyunlarını sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi. İstirahat ettiği sırada bu iki kızdan birisi utanarak Musa’ya geldi. Babam seni davet ediyor. Bizim hayvanlarımızı sulamanın ücretini sana ödemek istiyor, dedi. Bunun üzerine Hz. Musa (a.s.) Hz. Şuayb’a (a.s.) geldi. Bu kızlardan birisi (Safûrâ) babasına, “Babacığım bu adamı ücretli işçi tut. Bu tutabileceğin işçilerin en hayırlısıdır; kuvvetli, emin bir kimsedir” dedi. Şuayb (a.s) da “Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini (Safûrâ) sana nikahlamak istiyorum. Eğer hizmetini on yıla tamamlarsan artık o da kendinden (ihsân) olur. Ben seni zahmete sokmak istemem.” dedi. (Kasas sûresi, 23-28)

Bu âyet-i kerimeden anlaşılan husus; kendisine iş tevdi edilecek işçinin ifasına memur edileceği işi başarabilecek kudret ve kabiliyeti haiz bulunması ve emin olmasıdır. Peygamberimiz, işçinin güvencesini kaybetmesi ve emanete riayet etmemesini bir nevi hırsızlık olacağını şöyle haber vermişlerdir. “Biz kimi bir vazifeye tayin eder ve ona geçimi için maaş bağlarsak maaşından sonra onun aldığı şey, ganimet malından çalmak gibidir.”21 buyurmuşlardır. Bir başka rivayette de şöyle nakledilir: Hz. Peygamber devrinde el emeği ile geçinen “Kerkire” adlı bir adam vardı. Bu adam öldü. Hz. Peygamber “O adam cehennemdedir.” dedi. Bunun üzerine gidip eşyasını karıştırdılar; gördüler ki ganimetten bir aba çalmış.22 Ganimet amme hukukudur. Böylece tüm insanların hakkına tecavüz olmuştur. Bundan dolayı cezası da elbette ağır olacaktır. Özellikle devlet ihalesine girenlerin bu konuda çok dikkatli olmaları gereklidir. Çünkü sözleşmeye riayet edilmediği takdirde tüm milletin hakkı kendi üzerine geçmiş olur.

İşini Sevme ve İşverene Saygı:

İşini sevme hatta işine âşık olma verimliliğin artmasında en önemli etkenlerden biridir. Zira hayatın her alanında yanlış, eksik, çürük, hileli ve kalitesiz mal üretimi bilgisiz ve ilgisiz kişilerden kaynaklanmaktadır. Bu konuda da Peygamberimiz: “Muhakkak ki Allah, sizden birinizin yaptığı işi sağlam ve güzel yapmasından hoşnut olur.”23 buyurmuşlardır. Zira işini seven ve sahip çıkan kişiler kendilerini kaliteli iş yapmak mecburiyetinde hissederler. İşverene saygılı olmak ise, onu görünce selama durmak değildir. Onun yokluğunda haklarını gözetmek, malına sahip çıkmak, zarar vermemek, tahrip etmemek ve buna izin vermemektir. Dolayısıyla işçi, iş sahibine gıyabında saygılı olsun ki, işveren de işçiye karşı şefkatli davranabilsin. Zira “İnsan kendisi için istediğini başkaları için de istemedikçe kâmil mü’min olamaz.”24 hadisi, kişinin tüm işlerinde devamlı rehberi olmalıdır. İşçi de, işveren gibi bu konuda hakkaniyet esaslarına uygun olarak ve karşılıklı rıza ile düzenlenmiş sözleşme esaslarına ve şartlarına uymalıdır. Hz. Peygamber “Müslümanlar, kabul ettikleri şartlara uymak zorundadırlar.”25 buyurmuş ve sözleşme yaptığı halde buna uymamayı münafıklık alameti olarak nitelemiştir.26 İşçinin taahhütlerine uyarak işini belirtildiği şekilde yapması yalnız kendi ahlakı, şahsiyetine ve işverene karşı bir görev değil, aynı zamanda topluma ve devletine karşı da bir borcudur. Örnek olarak bir inşaat sektörünü ele alırsak, buradaki bir işçi, kalfa veya mühendisin projeye uymadan ucuz ve daha kısa zamanda yaptığı işin bedelini, telafisi mümkün olmayan acılarla ödeyebilmektedir. Nitekim 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde 20 bin kişiyi kaybetmemiz bunun en acı faturasıdır. Peygamberimiz “Bizi aldatan bizden değildir.”27 buyurmuşlardır. Bu da “Bizim yolumuz ve sünnetimiz üzere değildir.” demektir. Hz. Peygamber’in yolunda olmama ise bir mü’min için en büyük bedbahtlıktır.

Sonuç

İşçi-işveren ilişkileri, insan ilişkilerini, insan ilişkileri de insan haklarını oluşturur. İslâm’ın hedefi, belli bir kesimin refah veya sıkıntı içinde olmasını değil, toplumsal gelir ve sıkıntının birlikte ve adil bir şekilde paylaşılmasıdır. Böyle olunca hem objektif ve adil ölçülerin hâkim olduğu hukuki düzenlemelere hem de yetişkin, inançlı, eğitilmiş, sorumluluk duyan, fedakâr insanların çoğalmasına ihtiyaç vardır. Bu sebeple de İslâm’ın hayata ve insan ilişkilerine yön ve anlam veren ilkelerinin özümsenip dinin bir bütün halinde ferdin vicdanının, kişisel ve toplumsal hayatını kuşatması, işçi-işveren, âmir-memur ilişkisinin karşılıklı saygı, sevgi ve hakkaniyete dayalı sağlam bir yapıya kavuşması gerekmektedir. Bu konudaki ölçü ise Kur'ân-ı Kerîm ve Peygamber Efendimiz'in yaşadığı ve miras bıraktığı sünnettir. Böyle bir mirasa sahip çıkan toplumda üretim, kalite ve iş ahlâkı kişisel menfaate değil, toplum yararına dönüşecektir. Dinimiz sadece işçiyi korumaya yönelik değil, akdin iki tarafını da korumayı hedefleyen tedbirler almıştır. Bu yüzden İslâm, işçi sınıfının haksız olarak örgütlenip güç birliği ederek grev tehdidi ile işvereni baskı altına alarak hak etmedikleri bir ücreti zorla elde etmelerini doğru bulmadığı gibi, işverenin de işçiye haksızlık yapmasını hoş karşılamaz. Netice olarak hak, adalet ve ihsana riayet sadece Allah’ın velî kullarına, sahâbîlere has olan bir hal değildir. Hakka ve adalete riayet her yerde kolayca yaşanabilir, insanî bir haslet, Kur'ânî bir terbiye, Peygamberî bir yoldur. Dolayısıyla hakka ve ihsana uymak, işini sağlam yapmak kişiyi dünya ve ahiret saadetine ulaştırır. Bunun zıddı olan haksızlık, hırsızlık ve zulüm ise, Allah’ın lütfundan mahrumiyet ve insanların sevgisinden uzak kalmak ile dünyada yaptığının karşılığını ceza olarak bulmaktır.


Dipnotlar
1. İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, VII, 61.
2. Ragıb el-İsfehani, el-Müfredât, “hak” md; Bardakoğlu, Ali, “hak” D.İ.A. XV, 139.
3. Buhârî, Mezâlim, 10.
4. Ragıb el-İsfehânî, el-Müfredât, “adl” md; Çağrıcı, Mustafa, “adalet” D.İ.A. I, 341.
5. İbnü'l-‘Arabî, Ahkâmü’l-Kur’an, III, 1172.
6. Çağrıcı, Mustafa, “ihsan” D.İ.A. XXI, 544.
7. Buhârî, İman, 37.
8. Müslim, İman, 218.
9. Müslim, İman, 62.
10. Buhârî, Cenâiz, 80.
11. Vehbe Zühayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, (Ter. Heyet), VI, 33.
12. Beyhakî, Sünen, IV, 120.
13. İbn Mâce, Ruhûn, 4.
14. Buhârî, İcârat, 10.
15. Buhârî, İlim, 2.
16. İbn Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, II, 233.
17. Buhârî, İcârat, 1.
18. Ebu Davud, Harâc, 10.
19. Buhârî, Itk, 16.
20. Buhârî, Enbiyâ, 52.
21. Ebu Davud, Harac, 10.
22. Buhârî, Cihad, 190.
23. Suyûtî, Fethu’l-Kebîr, I, 354.
24. Müslim, İman, 71.
25. Buhârî, İcârat, 14.
26. Bkz. Buhârî, İman, 24.
27.Müslim, İman, 164.


Kategoriler

- Başarı - Eğitim - Kişisel Gelişim - Hedef - Ticaret - Muhammed Bozdağ - İletişim - Nasihatler - Kariyer - Dua - Para - istemek - çalışmak - İslam - Abdülhamid Han - iş hayatı - Haber - Ekonomi - Osmanlı Sultanları - Rizik - Karar - Meslek - Osmanlı - Zaman Yönetimi - şükür - Motivasyon - Liderlik - Hedef Belirlemek - II. Abdülhamid Han - alışveriş - Para Kazanmak - istek - Arastirma - Osmanlı Devleti - yaşam - çalışmanın hedefi - Kriz - Hikayeler - Sorumluluk - İşsizlik - özgüven - Dünya Hayatı - Zaman - Nimete şükretmek - İslami ölçüler - içtenlik - duanın kabulü - İmaj - Modelleme - Helal Kazanç

MollaCami.Com